Bizler insanız ve çok değerliyiz....Sağlığınızın kıymetini bilin...

22 Aralık 2011

Timüs bezi...



Timüs bezi, tiroid bezinin altında, göğüs boşluğunda ve soluk borusunun önünde bulunur.
Bu bez insanın bağışıklık sisteminin merkezidir.
Yani bütün bağışıklık sistemi buradan yönetilir.
Timüs bezi ne kadar çok titreşirse kişi o kadar sağlıklı ve bağışıklık sistemi sağlam olur.

Anadolu’da ağıt yakan kadınların göğüslerine vurduklarına hepiniz şahit olmuşsunuzdur.
Bu refleks kaynaklı basit bir el hareketi değildir.
Bu beynin otomatik gerçekleştirdiği bir davranıştır.
Kişi göğsüne vururken Timüs bezini titreştirir.
Bu sayede üzüntü kaynaklı bağışıklıkta meydana gelen direnç azalmasının önüne geçmeye çalışır.
Bu bez ne kadar sıklıkla titreştirilirse kişi o kadar genç ve sağlıklı yaşar ayrıca geç yaşlanır.
Sizde parmaklarınızla göğsünüzün ortasına yapacağınız küçük vuruşlarla timüs bezini titreştirebilirsiniz.
Yada daha basit bir yolu kullanırsınız. "KAHKAHA" atabilirsiniz.
Çünkü kahkaha da göğüs kafesini oynattığı için bu bezi harekete geçirir.
Hani yıllar geçerde aradan bir arkadaşımıza rastlarız neşeli halleriyle tanıdığımız bu insanı görünce
"hiç değişmemişsin, ne gamsızsın..." deriz ya, işte timüs bezinin gücü.
Sonuç olarak kahkaha bağışıklık sistemini güçlendirir ve sizi genç tutar.


Timüs bezi, doğumdan önce ve doğumdan hemen sonra lenfosit meydana getirerek vücudu enfeksiyonlardan korur.

Timüs'ün ürettiği T hücreleri, sağlık üzerindeki önemli yararları olan hücrelerden biridir. T hücreleri olarak adlandırılan lenfositler, vücuda zarar verebilecek, zararlı hücreleri yok etmektedir. Savunmada kusur varsa daima T lenfositleri sorumludur. Timüs bezi, T hücrelerinin vücut hücreleriyle yabancı hücreleri ayırt etme yeteneği kazandıkları yani eğitildikleri, olgunlaştıkları yerdir.
Timüs yaşla birlikte gerileyen bir organdır. Timüs bezi (kapsülü), çocukluk yıllarında fındık büyüklüğünde olup, ergenlik çağında ceviz büyüklüğüne (ergenlik oluşumunu hızlandırır) erişir, yaş ilerledikçe bezelye ve pirinç kadar küçülerek işlevi azalır. 20 yaşından sonra küçülmeye başlar. 60 yaşından sonra hemen hemen yok olur.

Doğum anın da yaklaşık 15gr. ergenlikte ise 35 gr ağırlıktadır. Sonra ağırlığı düşer ve 20 yaşındaki bir erişkinde 25 gr. yaşlı bir insanda 6 gr. olur.

İki parmakla timüsün üzerine gelen noktaya vurularak uyarılması ve dilin, üst dişlerin arkasında damağa ve ağzın tavanına değdirilmesi timüsün uyarılmasını sağlamaktadır. Timus, uyarıldığında salgıladığı hormonlar kişide haz ve mutluluk duygusu yaratır.
Çünkü timus aktive olduğunda, bedenin kimyasının değişimine neden olur. Bu değişiklik, sinir sistemini sakinleştirir ve beyin fonksiyonlarını hızlandırır. Bu da kişide rahatlama duygusu oluşturur.

Dr. John Diamond ve ekibi dilin bu pozisyona getirilmesi ile sol ve sağ beyin küresi arasında denge oluşmasını sağladığını tespit etmiş. Bu da insanin daha iyi düşünmesi ve kendini daha iyi hissetmesine yardımcı oluyor.

"Kanser kuramının formülünü hazırlayan" Nobel ödüllü Avusturyalı Mc.Farlane BURUNER, Timüs bezi'nin işlevleri artırıldığında, bedenin her türlü kanserden kurtulmak ve korunmak için büyük bir yetenek kazandığını ortaya koymuştur. En önemlisi de kanser riskini ortadan kaldırdığını iddia ve ispatlamıştır.

21 Aralık 2011

Süt ürünleri gerçeği...

Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Yavuz Dizdar ve Çocuk Metabolizma ve Beslenme Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Aydın'ın süt ürünleri hakkında anlattıkları gerçekleri dikkatle dinlemenizi öneririm, Çünkü ilgili kurumlar bizlerden bir çok gerçeği saklıyor, son yıllarda artan Kanser vakalarını göz ardı etmeyin.

Hükümetler sizi korumuyor, gıda ve ilaç sanayi rüşvet ağları ile denetim yapması gereken kurumları susturuyor, Çocuklarınızı ve Ailenizi sadece siz koruyabilirsiniz, bu konuda bilinçli olmak zorundasınız çünkü bizler insanız ve çok değerliyiz...

17 Aralık 2011

İlaç ve tedavide katılım payları...


İlaç ve ayaktan tedavide ödenen katılım payında sürpriz bir artışa gidiliyor.

Ayaktan tedavide alınan ilaçlarda kutu başına 3 liraya kadar katılım payı ödenecek. Bugüne kadar katılım payından muaf tutulan aile hekimi muayeneleri de katılım payı kapsamına alınacak.

Konuyla ilgili hükümet tarafından hazırlanan kanun tasarısı TBMM Başkanlığı'na sunuldu. Tasarıya göre, ayaktan tedavilerde halen alınmakta olan yüzde 10-20 oranındaki katılım payı uygulaması aynen devam edecek. Buna ilave olarak Sosyal Güvenlik Kurumu, ayaktan tedavilerde reçetede yer alan her bir ilaç kalemi veya kutu adedi için 3 liraya kadar katılım payı uygulamasına gidebilecek. Tasarıyla, bugüne kadar katılım payı alınmayan aile hekimi muayenelerinden de katılım payı alınmasının önü açılıyor.

5510 sayılı Sosyal Güvenlik Yasası'nda aile hekimi muayenelerinden katılım payı alınmayacağına ilişkin hükmü de yasadan çıkarılacak. Aile hekimi muayeneleri ve bunların yazacakları reçetelerden ne kadar katılım payı alınacağı ise SGK tarafından belirlenecek.


İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü tarafından 3 ilaca uygulanan geri çekme kararı.


Vücuttaki çinko eksikliğinin tedavisinde kullanılan ‘’Zinco 220 mg Kapsül’’ adlı müstahzarın 09060038 (SKT.06.2011) ve 09030023 (SKT.03.2011) serilerine.
Kadınlarda menopoz'a girdikten sonra oluşan kemik erimesinin (osteoporoz) önlenmesi ve tedavisinde kullanılan ‘’Vegabon Plus D Tablet’’ adlı müstahzarın 3106904 (SKT:10.2011), 3106903 (SKT:06.2011) ve 3106902 (SKT:01.2011) serilerine.
Çeşitli nedenlere bağlı olarak kuruyan, rahatsızlık veren burun içi yüzeyinin nemlendirilmesinde kullanılan “Sefiyol Steril Burun Spreyi 30 ml” isimli ara ürüne ait 001 (01.2010/01.2012) serisine.
İlgili makamlara gönderilen resmi yazıda eczanelerin, ecza depolarının ve hastanelerin ellerinde bulunan söz konusu ilaçların seri numaraları uyanları en kısa sürede firmalara iade etmeleri istendi.

3 Aralık 2011

Yağ, Su, Şeker..Kansere neden beslenme alışkanlıklarımız..


 
İstanbul Sultangazi’de “KANSERE NEDEN OLAN BESLENME ALIŞKANLIKLARIMIZ” konusunda düzenlediği toplantıda Prof. Dr. Kenan DEMİRKOL’UN konuşması :


Eğer hayvan merada %100 yeşillikle besleniyorsa, asla başka yabancı gıda almıyorsa, o tereyağı dünyanın en iyi yağıdır. Zeytinyağından da iyidir.

Ama marketten satın aldığınız tereyağı ahırda beslenen, pancar küspesi, mısır silajı veya başka tahıllarla beslenen hayvanların yağıdır…

Sizin sağlığınızı korumak için ne yediğinize bakmanız lazım. İşte temel hatalardan biri yağ seçimi

Biz ayçiçek yağı, mısır özü yağı, margarin veya endüstriyel tereyağı yediğimiz sürece hasta olmaya mahkumuz.



Elimizde iki tane yağ var şu anda.

Bir, zeytinyağı; iki, %100 mera sütünden yapılmış tereyağı. Peki fındık yağını nereye sokacağız? Bu liste içinde bakın fındık yağının yağ asit içeriği, yani temel yağ bileşimi zeytinyağına çok yakındır. Hasta edici bir yağ değildir.

Ama zeytini sıkıyorsun, yağını elde ediyorsun. Fındığı eziyorsun, püre haline getiriyorsun, 80 dereceye ısıtıyorsun, eter katıyorsan, yağını öyle elde ediyorsun.

Hangisi tercih edilir? Zeytinyağı tabii ki. Yani fındık yağını eve sokmanın bir alemi yok. Zeytinyağının tadına hiç tahammül edemiyorsan o zaman rafine zeytinyağı kullanabilirsin. O da işte fındık yağıyla aynı yöntemle elde edilir. Yani piyasa değeri olmayan, çok koyu, kokulu zeytin yağlar fabrikaya gönderilir. Onlar da 70-80 dereceye ısıtılır; sonra da eter katılır; yağ elde edilir. İlk etapta rafine zeytin yağı elde edilir. Hiç kokusu yoktur, hiç tadı yoktur. Eğer bu rafine zeytin yağına, %5 oranında sızma zeytin yağı katarsanız, o zaman riviera tipi zeytinyağı elde etmiş olursunuz.



Hani marketlerde görüyorsunuz ya, o fabrika eseri bir yağdır; ayçiçek le filan karışmış değildir. Saf zeytinyağıdır.

Ama neden yoksundur biliyor musunuz? Sızma Zeytinyağında var olan antioksidanlardan yoksundur.

Çünkü oksitlenme, yani paslanma bütün bizim hastalıkların temelindeki ana unsurdur.

Nasıl açık havada bırakırsan demiri yağmurda paslanır, biz ne yaparız, antipas diye bir boya süreriz paslanmasın diye.
Vücudumuzun da antipasları vardır. Bunlara biz antioksidan diyoruz.

Antioksidanları ağırlıklı olarak sebze-meyvelerden elde ediyoruz. Zeytinyağı antioksidanlardan çok zengindir ve kalp hastalıklarına karşı koruyuculuğu önemli oranda antioksidanlardan dolayı kaynaklanmaktadır. Ama biz onu ısıttığımız zaman, rafine zeytinyağı elde ettiğimiz zaman, bu unsurları geniş ölçüde kaybediyor. O yüzden mümkün mertebe sızma zeytinyağı kullanmalıyız ve çocuklarımıza da bu tadı alıştırmamız lazım.

İkinci temel hatamıza geçmeden birincisi olan yağ seçimini özetlersek, daha Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinin Trabzon bölümünde, hamsinin zeytinyağı ile kızartıldığının tarifi vardır. Sen 500 sene önce bu topraklarda bunu biliyordun. Ama biz, dış etkilerle doğruyu unutturulduk ve yanlışlara sürüklendik. İşte o yanlışlıklar bizi hastalıklara sürüklüyor. Zaten dünyada bir tek Akdeniz yöresinde yetişiyor. Şimdi Arjantin’de, Çin’de zeytin ağacı yetiştirilmeye çalışılıyor. Biz toprağındayız. 5.000 yıldır bu topraklarda zeytinyağı kullanılıyor. Ne olur biraz özümüze geri dönelim.



İkinci büyük hata şeker.

Hayatımızda şeker, insanlık tarihi itibarıyla bakarsanız çok yeni bir olgu.

Peki şeker bir besin maddesi midir?
Değildir.

Çünkü besin maddesini nasıl tanımlıyoruz? İnsanın bedensel ve ruhsal işlevlerini ve çoğalmak için, yani neslini sürdürmek için gerekli maddelere biz besin maddeleri diyoruz. Şeker, insanın herhangi bir işlevini yerine getirmek için gerekli mi?

Evet. Beyin glikozla çalışıyor.Omurilik hücreleri glikozla çalışıyor.
Eritrosit dediğimiz alyuvarlar glikozla çalışıyor. Enerji kaynağı olarak glikozu kullanıyor.
Peki dışarıdan şeker alıp da daha akıllı olan bir insan gördünüz mü?

Hani beyin glikozla çalışıyor ya, şeker yediği için daha akıllı olan bir insan gördünüz mü?

Veya sperm, enerji kaynağı olarak fruktozu kullanıyor. Meyve yiyip de daha müthiş erkek olanı gördünüz mü?



Çünkü;  insanın gereksinimi olan glikozu da fruktozu da vücut kendisi üretiyor.
Dışarıdan asla alınmasına gerek yok. Dolayısıyla biz şeker yediğimiz zaman tamamen sadece damak zevkimiz için yiyoruz. Asla hiçbir bedensel ihtiyacımız yok.

O yüzden şekere boş kalori denir. Yani gereksiz yere aldığımız kalori. E bugün bakın şimdi son bir hafta içinde yediklerinize, ne kadar boş kalori aldınız? Çok… Niye?… Hasta olmak için, Sadece hasta olmanıza katkıda bulundu. Bir de son zamanlarda pancardan elde edilen şeker de bir yana bırakıldı; daha ucuz olsun diye mısırdan elde edilen şeker kullanılmaya başlandı. Fruktozdan zengin mısır şurubu. Ne yazık ki, bizim gıda tüzüğümüzde farklı şekerlerin farklı adlandırılması zorunluluğu yok. Şeker şekerdir mantığıyla ister nişasta bazlı şeker yani mısır nişastasından elde edilmiş şeker olsun ister pancar şekeri olsun hepsinin üstünde şeker yazılması yeterli.

Halbuki mısırdan elde edilen fruktozdan zengin mısır şurubu,aynı miktar kaloride bile olsa normal şekere göre % 46 daha şişmanlatıcı.

Özellikle karın bölgesi yağlanmasına yol açıyor. Bu bilimsel olarak kanıtlandı.

Dünyanın en saygın üniversitelerinden biri, Amerika’da bir teknik üniversitenin bir öğretim üyesinin sözünü ödünç alarak size söylemek istiyorum  “Yaşadığımız çağ, akademik kapitalizm.” Yani sermaye sahiplerinin akademisyenleri satın alması sonucu, toplumla paylaşmak istediklerini akademisyenlere söylettirdikleri çağdayız..

Yani satılmış insanların çağı. Satılmış bilim insanlarının çağındayız.

Üçüncüsü ise karaciğer yağlanması. Ama ne tür bir yağlanma? Alkolizm dışı bir yağlanma.

O yüzden biz buna alkol dışı karaciğer yağlanması deniyor. Ve alkol dışı karaciğer yağlanması, özel tipli bir siroza neden oluyor. Atatürk’ün öldüğü siroz hastalığı var ya. Özel bir tipte siroz hastalığı, kriptojenik siroz deniyor buna. Amerika’da son otuz yıl içinde üç kat artan karaciğer kanserinin de kriptojenik siroz sonucu olduğu belirtiliyor.

Yani sonuçta Amerika’da son 30 yılda üç kattan fazla görülen karaciğer kanserinin sebebi mısır şurubudur.

Bu, bu kadar açıkken bizim bakanlığımız dün yaptığı açıklamada hiçbir bilimsel kanıt sunulamamıştır diyor. Benim 110 tane bilimsel yayın kullanarak yazdığım, on yedi sayfalık raporu da çiğneyerek bunu yapmış.

17 sayfalık rapor gönderdim onlara. 110 tane de literatür ekledim. Ama neoliberalizmde ki iktidarlar sermayenin iktidarıdır; vatandaşın iktidarı değildir. Yurttaşın iktidarı değildir...



Ne olur çocuklarınızı mısır şurubundan uzak tutun. Hem şekerden uzak tutun ama özellikle de yani gofret, bisküvi kek dışarıdan alacağına az şekerli bir keki evde kendin yap.Yani ambalajlı bir ürün sunmayın çocuklarınıza.

Bugün gıda sanayisinde sadece ve sadece aksi belirtilmediği takdirde mısır şurubu kullanılıyor.
Dondurmalarda o kullanılıyor, hazır aldığınız baklavanın şerbeti bile mısır şurubundan.

Kartal’da onun fabrikası var Ülker’le Cargill firmalarının ortak kurdukları bir fabrika. Baklava şerbeti bile oradan geliyor. Çocuklarınıza illa tatlı bir şey yedirecekseniz, ne olur evde kendiniz yapın ve olabildiğince az şekerli yapın. Çünkü total olarak da şeker zararlı zaten, yani insanın zarar görmeden günde tüketebileceği şeker miktarı 30 gram dolayındadır. 30 gram, 8 kesme şekeri yapar.



Ama bu şekerin içinde ne yazık ki meyve de var, bal da var, yani siz kahvaltıda bir tatlı kaşığı bal yediyseniz, hakkınız 7 ye düştü. Bu hakkınızı ağırlıklı olarak meyve olarak değerlendirin. Eğer bugün hiç şeker yememişseniz, bal dahi yememişseniz, çayınıza hiç şeker koymamışsanız, başka hiçbir şeker kaynağı da yoksa, 8 kesme şekerin karşılığı 300 gram portakal veya 300 gram elma veya 400 gram kiraz veya vişne veya 100 gram kadar muz, incir veya üzüm yiyebilirsiniz. Ama sadece 100 gram. Yani mandalina zamanı 'koy hanım önüme bir kilo mandalinayı ben bunu yiyeyim' bu sağlıklı değil.
Siz sınırsızca sebze yiyebilirsiniz ama meyve sınırlı yemeniz lazım. Meyvenin fazlası da şişmanlatır. Ve zararlıdır, karaciğer yağlanması yapar. Yani meyve tek başına bile hem karaciğer yağlanması, hem karın tipi şişmanlık yapabilir.
Karın tipi şişmanlığın çok özel bir yeri vardır. Bağırsak çevresindeki iç organların çevresindeki yağlar hormonal etkin yağlardır ve bu hormonal etkin yağlar ne yazık ki kanser oluşumunda da, kalp-damar hastalığı oluşumunda da etkindir. O yüzden eşit bir şişmanlık, yani kollar bacaklar her taraf eşit ama karın büyümemiş. Bu şişmanlığa çok itirazım yok.



Karın tipi şişmanlık,  eşittir şeker hastalığı,  eşittir kalp hastalığı,  eşittir kanser.

O yüzden göbekler inecek. Göbekler inmediği sürece sağlıklı olma şansımız yok. Göbekleri indirmek içinde şekerden uzak duracağız. Çünkü en çok karın tipi şişmanlık yapan fruktozdur.
Bizim yediğimiz pancar şekerinin de yarısı fruktozdur. Yediğimiz meyvenin şekerinin de yarısı fruktozdur. Biz fruktozu azaltmak zorundayız. Karın tipi şişmanlığı, dolayısıyla kalp hastalığı, kanser, inme gibi hastalıklardan kurtulmak istiyorsak karnımız inecek.

- Esmer şeker hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Bakın bütün şekerler esmerdir. Üretim aşamasında karamelize olur. O yüzden esmerdir ama yıkandıkça üzerindeki karamel atılır, rafine edildikçe beyazlaşır. Yani senin dediğin esmer şeker, yediğin beyaz şekerin üretimdeki bir önceki aşamasıdır. Sadece ticari bir tuzak. Daha yüksek fiyata satabilmek için ticari bir tuzak.

Şimdi karaciğer yağlanmasının önemli bir bölümü selim seyredebilir. Yani her hangi bir sorun yaratmadan da insan ömrünü bununla sürdürebilir. Ama bir bölümü yine hatalı beslenmenin devam etmesi koşuluyla, yağlı karaciğer iltihabına dönüşebilir.
Alkol dışı yağlı karaciğer iltihaplanmasıdır bu hastalığın adı. Ciddi karaciğer yetersizliği, siroz karaciğer kanseri aşamasıdır. Bazen yağlı karaciğer iltihabı olmadan da sadece yağlı karaciğer aşamasında da bazı hastalıklar çıkabilir ama yağlı karaciğeriniz varsa iki yol var sizin önünüzde; biri nispeten hayatınızı idame edeceğiniz bir yol öbürü de ölümdür.
O yüzden ne yapıp yapıp karaciğer yağlanmasını tedavi ettirmelisiniz. Bunun da temelinde şekeri tümüyle sıfırlamanız geliyor. Ancak iki yıl gibi bir süre içinde toparlayabilirsiniz.

Şeker kesmeyi dile getirdiğimiz zaman karaciğer yağlanması açısından, o zaman nişastayı da kesmemiz lazım.

Çünkü nişasta, daha ağzımızda çiğnendiğinde tükürükle glikoza dönüşür. Şekerdir; yani nişasta da şekerdir.

- Kolesterolün karaciğer yağlanmasıyla bir ilgisi var mı?

- Kolesterol olmazsa hayat olmaz. Bütün hormonlarımızın ham maddesi kolesteroldür. O yüzden zaten anne sütünde kolesterol çok yüksektir. Çocuğun hormonlarının üretilmesi için başlangıçta anneden aldığı kolesterole ihtiyacı vardır.

Kolesterol masum bir maddedir. Ama oksitlenirse oksikolesterole dönüşür ve damar sertliği yapar.
Peki oksitleyen ne?

Şeker.

Yedikten sonra şeker trigliseride dönüşür. Yağdır o ve o trigliseritten kolesterolü oksitleyerek damar sertliği yapar bir.

İki; ayçiçeği yağı, mısır özü yağı veya margarinden elde edilen trans yağ asitleri kolesterolü oksitler ve böylece damar sertliği oluşur.

Üç, yapay yemle beslenen hayvanların sütünde de iç yağı vardır. Damar sertliği yapıcı doymuş yağ asitleri vardır, bunlar kolesterolü oksitler ve hasta eder bizleri. Şimdi hayvanın merada otlarsa ayçiçeği yağı mısır özü yağı margarin kullanmazsan şekeri de azaltırsan senin damar sertliği olma şansın kalmıyor.


Kolesterolün ne olursa olsun. Ama bu bilgi kolesterol ilacı üreten Amerikan şirketlerinin işine gelmiyor, yılda sadece kolesterol ilacı satımından 50 milyar dolar elde ediyorlar.

O yüzden de Amerikan tıbbı bize ne emrediyor? Kolesterol ilacı ver diyor. Bakın gazetelere yansıyan bir gerçek var. Nasıl bizim Sağlık Bakanlığımız bir bilimsel kurul kurdu, Amerika’da da böyle bir bilimsel kurul kuruldu ve “Normal kolesterol düzeyi kaçtır?” sorusuna bilim kurulu yanıt versin istendi.

Ve de normalin çok altı bir değer, 200 mü kabul ediliyor normal, 150 gibi bir değer ileri sürdüler.

Sonradan ortaya çıktı ki bilim kurulunda yer alan 9 öğretim üyesinin dokuzu da ilaç şirketlerinden rüşvet almışlar.

- Hocam kızartmalarda ne tip yağ kullanmak gerekir?

- Kesinlikle zeytinyağı, kesinlikle.

- Peki, zeytinyağının yanma derecesi ayçiçeği yağından yüksek midir?

- 240 derece, ayçiçeği yağından çok daha yüksektir. Tava ısısı normal şartlarda 180 dereceyi çok az aşar.

O yüzden rahatlıkla zeytinyağını kullanabilirsiniz ama dumanlaşma derecesi diye teknik jargonda adlandırılır sızma zeytinyağını kullandığınız zaman çok daha düşük derecelerde dumanlanma görürsünüz. O su buharıdır. Su buharıdır ve içindeki bazı organik maddeler yanar, koku maddeleri tat maddeleri yanar. O yüzden o, yağın yandığı anlamında değildir. Ne olur yanılmayın. Yağ yanmıyor. İçindeki bazı koku, renk maddeleri yanıyor. 240 dereceye kadar dayanan bir yağdır.



- Bir dinleyicinin elindeki pet şişeden su içtiğini gören hoca,
- Şimdi içtiğiniz su ile neler elde ettiğinizi de gözden geçirelim ve bu günkü toplantıyı kapatalım.

O polietilen tereftalat maddesinden üretilmiş yani pet şişenin içindeki stalat lar suyun içine karışmış bulunuyor.
Ayrıca o plastiği yumuşatmak için antimon denen bir ağır metal kullanılmıştır o da suyun içine karışıyor dolayısıyla siz hem stalat, hem de antimon içmiş oldunuz şu anda.

Peki, ne yapar bunlar size?

Bunlar hormon bozucular diye geçer. Sizin vücudunuzda bir takım hormonal bozukluklar yaratır. Bu hormonal bozuklukların bir bölümü, örnek, östrojen etkisini göstererek 5 yaşında çocukların adet görmesine sebep olur. İki buçuk yaşında bir çocuk getirdiler Lüleburgaz’dan adet görüyor. İki buçuk yaşında. Hamile bir kadın östrojen etki gösteren bir hormonal bozucuyu aldığı zaman, o madde özellikle bu 19 litrelik su bidonlarında onlar polikarbon denen bir plastiktir ve ham madde olarak Bisfenol-A denen bir maddeden üretilir.


Bisfenol-A’nın meme kanseri yaptığı 1930 yılından beri bilindiği halde ve 130 tane bilimsel yayın olduğu halde bunun hakkında hala biz o bidonlardan su içmeye mahkum bırakılıyoruz. Bisfenol-A hamile bir kadının karnındaki çocuğun beynindeki cinsiyet ayrım merkezine gittiğinde çocuğun homoseksüel olma olasılığı çok yükseliyor. Meme kanseri riski çok yükseliyor erkekse prostat kanseri riski normal bunla temas etmemiş insana göre 3 kat artıyor.

Yani musluk suyu için Allah aşkına.

- Arıtıcılar hocam?

- Paranız varsa arıtıcı kullanın. Ama paranız yok arıtıcı alamıyorsunuz, musluk suyu için.

Musluk suyu İstanbul’da kullandığınız plastik şişedeki su hangisi olursa olsun 100 kat iyidir.

İSKİ’nın her ay İstanbul’daki bütün su havzalarının sağlık raporları internette yayınlanıyor. Biz geçen sene NTV’de bir su programı yapmıştık ve NTV Yıldız Teknik Üniversitesinde piyasadan topladığı suları bakteriyolojik incelemeye gönderdi.
Hepsinde mikrop çıktı. Hepsinde istisnasız. Yani siz sağlıklı olsun, temiz olsun çocuğum mikropsuz su içsin diye mikroplu suyu paranızla içiyorsunuz. Bıraktım vazgeçtim mikroptan, kanser yapıyor.  Almanya’da geçen sene ocak ayında Avrupa birliğinin gıda güvenliği merkezi vardır EFSA ocak 2010 a kadar Bisfenol_A’nın sağlık sakıncası olmadığını iddia ediyordu. Ama toplum baskısıyla mayıs ayında biz bu işi araştıracağız dediler ve ekim ayında biberonlarda Bisfenol-A’nın kullanımını yasakladılar.
Tamam, da biberonda yasakladın da çocuğuna Bisfenol-A’lı su bidonundan su katmıyor musun mamasını hazırlarken?

Isı ve zaman etkisiyle plastiğin defalarca kullanılmasıyla Bisfenol-A’nın suya geçiş oranı çok artıyor.

Şimdi su ısınmaz ki diyeceksiniz.

Arizona’da yapılan bir çalışmaya göre şehirler arası su nakli sırasında kamyon içerisindeki su 80 dereceye kadar ısındığı saptanmıştır.

80 dereceye ısınan su o plastikten ne kadar madde çözüyor biliyor musunuz?

Sizi de sülalenizi de kanser etmeye yeter. Antalya’da yazın açık havada duran suyun derecesi kaç acaba?



Banyo bile yapamazsın o kadar sıcak suyla.

Ne olur musluk suyu kullanın. Bırakın şu plastikleri.

- Hocam bazı yiyecekleri plastik poşetlere koyup buzluğa atıyoruz . bu da sakıncalı mı?
- Şimdi bakın naylon folyo polietilen denen bir maddedir ve polietilenin bu güne kadar bir sağlık sakıncası saptanmamıştır.



Daha büyük sorun yoğurt kapları.

Mesela bazen çay içiyoruz köpük gibi bardaklardan veya uçağa bindiğimizde şeffaf cam gibi çıt diye kırılan plastik bardaklar var hem o polystryne hem köpük gibi olan bardaklar da polystryne onlardan stryne çayımıza geçiyor o da kanser yapıyor.

Şimdi plastik yoğurt kaplarında, ben anlata anlata zannediyorum bazı firmalar artık polipropilen kullanmaya başladı.



Kabın altına baktığımız zaman veya yanına baktınız zaman bir üçgen göreceksiniz. Üç oktan oluşan bir üçgen. Bu geri dönüşüm işaretidir. O üçgenin içinde bir sayı yazar. 5 numara polipropilendir altında da zaten PP yazar.

Yoğurt alırken artık markaya göre değil kullandığı plastiğe göre tercihinizi yapın.

Ben her yoğurt almaya gittiğimde maalesef aynı firma farklı marketlere farklı plastik gönderebiliyor. Daha ucuz marketlere adi plastiklerde, lüks semtlerdeki marketlere daha kaliteli plastikte gönderiyor.

Ne acı. Yani ayırım yapıyor.

- Yani hocam üçgenin içinde 5 mi yazması lazım?
- Evet polipropilen

- 1,5 litrelik su şişelerinde 1 yazıyor.

- Evet, işte o PET polietilen tereftalat, kötü, 1 numara kötü. Evde 19 litrelik bidonların altına bakın. Onda da 7 yazar. 7 diğer plastikler anlamına gelir. Diğer plastiklerin içinde 6-7 farklı plastik vardır bunlardan bir tanesi de polikarbondur onun için üçgenin altında PC kısaltması vardır.



Prof. Dr. Kenan DEMİRKOL

27 Kasım 2011

Neleri yanlış biliyoruz..

Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay, diyet, zayıflama ve sağlıklı beslenme konularında ezberleri bozdu, tabuları parçaladı. Lütfen iki video'yu da izleyin, çünkü biz insanız ve çok kıymetliyiz..


İlaç firmaları uydurma hastalıklarla yıllardır insanları sömürüyor,ilaçlar reçetelere yazılırken pirim gözeten insanlığını yitirmiş tıp personeli de çıkabiliyor, lütfen dikkatli olun..

18 Kasım 2011

Beyin Sağlığı ve Alzheimer Hastalığı..



Beyin Sağlığı ve Alzheimer Hastalığı
Bir arkadaşımdan gelen ve benim de biyolog olarak mantıklı bulduğum, fakat tek bir sebebe  bağlamanın yanlış olduğunu düşündüğüm Alzheimer Hastalığı ile ilgili hayati bir yazıyı sizlere paylaşıyorum. Sabırla okumanızı ve hayat tarzımız üzerinde birazcık düşünmenizi tavsiye ederim.
Selam, sevgi ve muhabbetle..
        .
Prof. Dr. Turan GÜVEN
Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi
Biyoloji ABD Öğretim Üyesi

BEYİN SAĞLIĞI İÇİN NELER YAPABİLİRİZ?

Anneannem 84 yaşında vefat etmeden yaklaşık 2 sene önce çevresinden kopmaya başlamıştı... Son günlerinde ise beni dahi zor tanıyabiliyordu. Teşhis konamamıştı o zaman... Şeker hastalığına bağlanmıştı olay! Ancak aradan bir kaç yıl geçip "Alzheimer" keşif edilince, semptomları yazılınca, anlamıştım ki rahmetlinin vefat sebebi de buydu!

Altmışına merdiven dayamış bir yaşlı olarak düne baktığımda.. Biz çocukken, evde bakır kaplarda pişerdi yemekler.. Arada bir kapı önünden geçen "kalaycı"lar, bakır kapları kalaylardı. Yemekler de bu kalaylanmış kaplarda pişerdi.
Sonra birden alüminyum furyası çıktı!. Herkes bakır kaplarını satıp evi alüminyum kaplarla doldurmaya başladı... Büyük kolaylıktı. Hafifti, ucuzdu, kalaylanma derdi yoktu!. Yıllar yılı alüminyum kaplarda pişmiş yemeklerle beslendi beyinlerimiz! . Derken çelik kaplar, teflon tencereler çıktı yakın yıllarda...

Ve atıldı ortaya bir yeni keşif! "Alzheimer", yani ALÜMİNYUM hastalığı! Bu hastalığa yakalananların  beyin hücrelerinde normalin 4 katına kadar alüminyum fazlalığı tespit oldu 1989 da... Özellikle, beynin hafızayla alakalı hippocampus bölgesindeki hücrelerde bu birikim çok fazla olarak bulundu.
İnsanların farkında olmadan gıda ve diğer yollarla aldıkları  fazla alüminyum beyni iflasa sürüklüyordu. İsimleri, yerleri, kişileri hatırlamaz hâle getiriyordu "ALZHEİMER" hastalığı. Ve bunda, kullanılan alüminyum kapların etkisi çok büyük!

Yapılan araştırmalara göre, normal kapta pişen domatesteki alüminyum oranı, alüminyum kapta piştiğinde yüzde yüze yakın artıyordu. Şimdi alüminyum tencereler kullanılmıyor pek ama tehlike geçti mi?  Bu defa en  başta alüminyum "kutu"larda saklanan, içilen konserve ve meşrubat türü gıdalar çıktı karşımıza!

Bunların yanı sıra vücuda alınan bazı ilaçlara da dikkat edilmeli sanırım! Mesela stresli toplumlar sürekli mide yanmalarına karşı antiasit almaya başladılar. Ki alınan antiasit hap veya şurupların pek çoğunda yoğun miktarda  alüminyum hydroxid ve alüminyum tuzları bulunmakta! Yanı sıra ishal kesici (antidiarrheal) haplar dahi alüminyumlu maddeler ihtiva etmekte. Bir kısım ağrı kesici aspirinler, kepek olmasını önleyici bazı  şampuanlar, bazı deodorantlar, hep beynimizin belası alüminyumu ihtiva  etmekte...

Bilmem  alüminyumlu nesnelerden uzak durmamız gerektiğini yeterince anlatabildim mi?.
Yanı sıra kesinlikle LIGHT ve DIET yazan yenecek ve içeceklerden uzak durmak gerekiyor...
Rafine beyaz şeker, beyni "turn-OFF" yapan (çalışmasını durduran) madde olarak adlandırılıyor bunu sakın unutmayın,çünkü bizler insanız ve çok kıymetliyiz...

9 Ekim 2011

Etimiz sahte, sütümüz sahte..


Hangi annemin köftesi, benim annem et yerine ot tozu yedirmezdi bana.
"Soya Kıyması" adıyla satılan ürün yağı alınmış soya küspesidir, 25 Kg torbalarda kg fiyatı 1,5 TL  civarındadır.
Kullanırken ılık suyla ıslatılır 1 kg soya  kıyması  3 kg su emer.
Yani kullanım fiyatı kg da 50 krş tan aşağı olur.
Gerçek etin 20 TL/kg üzerinde olduğu yerde tabii ki bunu önce sermaye kullanır.

Birçok kasap, kıymanın içine sakatat, kafa eti, tavuk eti, soya kıyması gibi ürünler katarken bazıları da ’’bahar eti’’ ile maliyetlerini düşürüyor.

Ciğeri saran ince tabakalı et olan ’’bahar eti’’, mezbahalarda kilosu 2,5-3 liradan satılıyor,kanlı ve oldukça kırmızı olan "bahar eti", bu özelliğiyle kıymaya istenen ve beklenen rengi verebiliyor.



Maret, Pınar vs gibi hazır tıp annemin köftesi gibi köftelerin tamamı soya katkılıdır.
Şirin gözükmesi içinde mix kıyma, soya proteini vs. gibi farklı isimlerle ambalaj üzerinde yazılmaktadır, yani et diye soya küspesi satıp, annemin köftesi gibi aynen diye reklam yapıyorlar.



Marine kuşbaşı diye bir et satılıyor şimdi, normal kuşbaşı etten ucuz.
Bir özel kimyasal karışım suyla ete emdiriliyor. % 20 su basılıyor ete,böylece fiyatı ucuzluyor.
Yemek şirketinden yemek yiyorsanız eğer et giriş faturalarında "mix kıyma" ve " marine kuşbaşı "var mı, bir kontrol edin bakalım.



Bu soya küspesi granül veya  toz halinde, beyaz, açık kahve, koyu kahve, kırmızı, yeşil renkleri vardır.
Tadı nötre yakındır.
Cevizle karışıp baklavaya, kıymayla karışıp köfteye, unla karışıp ekmeğe, kek'e giriyor.
Bir top keki toptancısı 15 krş a satıyor.
Anam-babam usulü un, yumurta ve yağ ile yapsanız 30 krş malzeme maliyeti var,
ambalaj,üretici karı, nakliye ve toptancı karı eklenince nasıl o fiyata satılabiliyor?
Çünkü kek değil kek benzeri kimyasal bir şey alıp yiyoruz, paketin üzerini okuyun anlarsınız.



MSG Nedir .? Aroma arttırıcı mono sodyum glutamat,yani basit adıyla Çin tuzu
Ancak bu tuzlar sizin kalp, şeker, tansiyon vs, rejimlerinize  zarar verir mi bilmiyorsunuz.
Yemeğe tuz atmıyorsunuz, ama başka tuzları bilmeden yiyorsunuz,yiyeceklere katıldığında, o yiyeceğin tadının beyin tarafından güzel olarak algılanmasını sağlıyor,dönercilerin vaz geçemediği bir katkı maddesi, tatlı, tuzlu, acı fark etmiyor,hangi yiyeceğe katılırsa lezzetliymiş gibi geliyor,o yüzden gıda üreticilerinin bir çoğu MSG'yi karlı olduğu için kullanıyorlar.
Bu madde Nörotiksin. Sinir hücrelerine zarar veriyor,merkezi sinir sistemi tahribatı ve buna bağlı olarak Alzheimer,Parkinson,Huntington hastalıkları, sara (Epilepsi) Retinal dejenerasyon (Göz retina tabakası hasarı)
Yağ birikimi, doyma mekanizmasında bozukluk, obezite.
Büyüme hormonu baskılanması.
Pankreas hasarı, insülinde artış, ve buna bağlı diyabet,böbrek ve karaciğerde ciddi hasarlar,bu madde hamilelerde plasenta bariyerini geçebiliyor, anne karnındaki bebek de aynı tahribatlara maruz kalıyor.

PEYNİR ALTI SUYU TOZU:
Adı üstünde, peynir üretiminde kalan su sıcak plakalara püskürtülüyor, buharlaşma sonucu elde edilen toz işte.
Peki bu toz nereler de kullanılıyor?
Mesela peynirli çizi de peynir mi var zannediyorsunuz, yediğiniz bisküvi, kek, kraker vs paketlerin üzerini bir okuyun bakalım içinde şeker ve un dışında tanımadığınız kaç kalem malzeme var.






Kilosu 5/10 TL ye satılan sucuklarda pul biberin, karabiberin, kimyonun gerçeği mi var sanıyoruz
Bazılarında zaten sucuk benzeri ürün yazıyor.
Bir danadan 25–30 kg sinir çıkıyor, 40 derecede dondurup öğütüyor sinir unu yapıyor sosise karıştırıyorlar.            
Şarküteri ürünlerine dikkatli bakın. %100  dana diyor,dana eti demiyor, anlayın işte.



Tavukların boyun, taşlık, kanat ucu vs gibi ticari değeri olmayan her yeri kemikleriyle öğütülerek
"mekanik kıyma " isimli bişi yapılıyor, tüm tavuk sucuk ve salamlarında bu var, siz tavukların göğüs etlerinin kıyma yapıldığını sanıyorsanız fena yanıldınız.
Ekmek arası tavuk döner 2 TL, yarısı işkembe, birazı inek memesi, gerisi insafa kalmış, canınızı sıktım değil mi ama gerçekler böyle.
Bütün bu işler T.C.Tarım ve köy İşleri Bakanlığı izni ile yapılıyor,tamamen ve her yönüyle gıda terörünün cenneti olan yurdumuzda izinle bunlar yapılırken siz varın kaçak yapılanları düşünün.

3 Ekim 2011

Özel Hastanelerde Dönen Dolaplar ...


Maalesef bazılarının dini de para iman'ıda, İnsan hayatı ahlaksız adamların hırsına meze ediliyor bu ülkede ve her alanda olduğu gibi kontrol zafiyeti var,ister çıkar ilişkileri deyin,ister rüşvet, vatandaşı korumak asli görevi olan Devlet ne yazık ki görevini yapmıyor,İnsan hayatı bu kadar ucuz mu bu ülkede.


Namuslu Hekimlerden Korkunç İtiraflar !
       
SSK ve Devlet Hastanelerinin yükünü azaltmak ve halkın özel hastane olanaklarından yararlanmasını sağlamak bahanesiyle yaptığı, özel hastanelerden hizmet satın almasını sağlayan düzenleme insan hayatını tehdit eder boyutlara ulaşmış durumda.

İşte Tüyler Ürperten İtiraflar:

SGK’na bağlı hastalar, özel hastanelerde en kalitesiz malzemelerle ameliyat ediliyor.
Özellikle kalp ameliyatlarında kalitesiz kataterler, iplikler,stentler, balonlar kullanılıyor. Özel hastanelerin hemen hemen hepsi katater, idrar sondası gibi tek kullanımlık malzemeleri, aynı kan grubundaki birkaç hastada tekrar tekrar kullanıyor. Böylece az ve ucuz malzemeyle çok sayıda hasta ameliyat edilerek ‘sürümden’ kazanılıyor.
       
Bir paket programından özel hastane %10 civarında kâr elde ediyorsa, malzemeleri tekrar tekrar kullanarak ya da kalitesiz malzeme kullanarak kâr oranını % 35-40’lara çıkarabiliyor.
Ameliyathanelerin durumu içler acısı. İstanbul’daki yaklaşık 26 kalp-damar cerrahisi merkezinin en az 20’sinin ruhsatı uluslararası standartlara uymadıkları için iptal edilmeli.

Devletin sağlığa ayırdığı % 5’lik bütçenin % 80’i ilaca gidiyor. Ancak Türkiye’de ilaçla ilgili bir tasarrufa gitmek imkânsız. Çünkü bir anda karşınızda ciddi devleri bulursunuz. Ayrıca pek çok hekim yazdığı  her reçeteden ilaç şirketi tarafından prim aldığı için, bu sistemi yıkmak zor. Daha uygun fiyatlı muadili olmasına rağmen ilaç şirketinden  para alan doktor pahalı ilaçları hastaya aldırıyor.
Özel hastanelerde doktorun hastayı kurtarmak için elinden geleni yapması, hasta cebinden ek para ödemediği sürece imkânsız.

Her şeye göz yumuluyor. Denetim yapılmıyor; ‘göstermelik’ yapılan denetimlerde ise sadece cihazlara, odalara, tuvaletlere bakılıyor.




“İnsanlar Ölsün ki Daha Çok Kazanalım” Diyen Doktorlar
Artık bütün vatandaşlar özel hastanelerden yararlanabiliyor! Özellikle de yıllardır SSK ve Devlet Hastanesi kuyruklarında sürünen vatandaşlar, artık en lüks özel hastanelerde ameliyat bile         olabiliyorlar! Bu olanak, sosyal güvencesi olan vatandaşı mutlu ediyor. Ama hiçbiri, hastanelerde kendileri için en kalitesiz malzemelerin kullanıldığını bilmiyor.
Bunu bilen, özel hastanelerde bu uygulamalara tanık olan ve hatta kalitesiz malzemelerle ameliyat yapıp ‘vicdan azabı’ çeken bazı hekimler, korkuyor. Hem ameliyat ettikleri hastaların ölmesinden hem de bu gerçeği kamuoyuyla paylaşmaktan. Çünkü işlerini kaybedebilirler, bir daha asla hiçbir yerde iş bulamazlar. Dahası yargılanıp mahkum  edilebilirler. Yani bir yanda ‘Hipokrat yemini’ne uygun çalışmak isteyen  doktorlar öte yanda daha iyi yaşamak için “Hastalar ölsün ki daha  çok kazanalım.” diyen doktorlar. Daha çok kazanma duygusunun hekim dünyasında ağırlık kazanmış olduğunu belirtiyor namuslu olanları.Durumdan çok rahatsızlar. Bu nedenle isimlerini vermeden anlatıyorlar.  Bunların kısmen bilindiğini söylüyorlar ve kamuoyunun bütün yapılanları  bilmesini istiyorlar.

İsimlerini vermeyen hekimlerin itirafları arasında en korkuncu ise bir kere kullanıldıktan sonra kesinlikle çöpe atılması gereken tıbbi  malzemelerin, ‘tasarruf’ olsun diye aynı kan grubuna sahip hastalarda tekrar tekrar kullanılıyor olması. Peki, SGK hastaları neden en kaliteli yerde bile en ‘kalitesiz’ sağlık  hizmetini alıyorlar?
Cevap çok korkunç, Adının açıklanmasını istemeyen bir hekim  şu bilgiyi veriyor: “15 bin YTL’lik bir kalp ameliyatına, hükümet 5-6  bin YTL ödüyor. Maliyeti yaklaşık 15 bin YTL olan bir kalp ameliyatının  5-6 bin YTL’ye mal edebilmesi için 5 milyonluk iplik yerine 1 milyonluk iplik kullanılıyor. 2.000 dolarlık ilaç kaplı stent yerine, damarda sağa  sola kayarak kısa sürede kalp krizine yol açabilen 170 dolarlık stentle  hasta ameliyat ediliyor. Ödeme gücü olan ise devletin verdiği paket  fiyatın üzerine 5-10 bin YTL eklenip en kaliteli malzemelerle ameliyat  ediliyor.”
Ama SGK dan gelen hastaların çoğu bu  bedeli ödeyemiyor. Çok düşük fiyatlara yaptığı paket anlaşmalar ise özellikle tek kullanımlık malzemelerin artık kullanılmaz hale gelene kadar tekrar tekrar kullanılmasına yol açıyor. Peki, bunu yapan özel hastanelerin oranı ne kadar yüksek? “Bunu hepsi yapıyor, ama biz yüzde  90’ı diyelim bari.” diyor yine adının saklı kalmasını isteyen bir cerrah.

Bazı yetkililerden aldığımız bilgilere göre, hastanelerimizdeki tek sorun kullanılan malzemelerin kalitesizliği değil. Ameliyathanelerin durumu da içler acısı. Bir kalp-damar cerrahının ağzından çıkan şu sözler insanı şok ediyor: “İstanbul’da kalp-damar cerrahisinin yapıldığı  yaklaşık 26 merkez var. Ancak bu merkezler ABD’de ya da Avrupa’da  olsalardı, en az 20’sinin ruhsatı iptal edilirdi. Çünkü hiçbiri ameliyathane şartlarına uygun çalışmıyor.”

Paket programdaki bir hastanın ‘kaybedilmesi’, hastane açısından daha kârlı olduğu için, hastanın yaşayıp yaşamaması da çok önemsenmiyor. Bir insanın ölmesi “eks olmak” olarak adlandırılıp sıradan bir şeymiş gibi karşılanıyor. Devlet ve SSK Hastanelerinde çalışan doktorlar, bütün bu ölümcül gerçekleri bildikleri halde, daha  çok kazanmak için, hastaları kendilerinin de çalıştıkları özel hastanelere yönlendiriyorlar. Ölen her hasta bu doktorlara daha çok  kazandırmış oluyor. Çünkü bir hasta erken ölürse hastane doktorları; tıbbi malzeme, ilaç, yoğun bakım gibi masraflara girmeden ve tedavi süreciyle yorulmadan paket fiyatını cebe indirmiş oluyor...

15 Eylül 2011

Pet şişe ve damacanalarda Kanserli sayılar: 3 ve 7!

Kanserli sayılar: 3 ve 7!



Gelişmiş ülkelerin tümünde plastiğin türünü gösteren uyarılar bulunmasına karşın, ülkemizde bazı firmalar buna uyarken, bazılarının konuyu görmezden gelmesi dikkat çekiyor.

Yıllardır, “Bisfenol A” (BPA) içeren maddelerin kansere yol açtığı iddia edilir. Ancak bazı konularda halk sağlığını korumaya yönelik çabalarda bulunulurken, sık karşılaşılan bilgi kirliliğinin önüne geçmek için bilimsellikten sapmamak ve doğrunun peşinde koşmak çok önemli.

CAM GÖRÜNÜME DİKKAT!



Prof. Dr. Güler’e göre öncelikle her plastiğin pet olmayıp, bazılarının “polikarbon” olduğunun bilinmesi gerekiyor. Polikarbon da bir tür plastik olduğu için hepsinin kendine özgü salınımları oluyor. Gelişmiş ülkelerin tümünde plastiğin türünü gösteren uyarılar bulunuyor.

Üzerinde büyük tartışmaların yaşandığı, “Bisfenol A” ise pet şişelerde değil polikarbon  şişe ve kaplarda bulunuyor ve her ikisi de birbirlerine benzeştiği için çoğu kez gözle ayırmak mümkün olmuyor. Ayrımlarının yapılması ancak ürünlerin altındaki rakama dikkat edilmesiyle gerçekleşiyor. Bu kapların altında, “oklardan yapılmış üçgenler”in ortasında bulunan rakamlar, plastik türlerini belirliyor. Polikarbonlar, kendine özgü bir grubu olmadığı için 7 numara ile gösterilen, “Ve diğerleri” grubu içinde sayılıyor. Bisfenol A, özellikle 7 ve 3 yazan ürünlerde bulunuyor. Cama benzeyen plastik biberon, bardak, tabak, çatal, bıçak ve karıştırıcı gibi birçok üründe de Bisfenol A olduğu belirtiliyor.

BİSFENOL A NEDİR?

Bisfenol A, işlevsel iki fenol grubu bulunduran organik bir bileşik olarak tanımlanıyor. Genellikle polikarbon gibi bazı plastiklerin ve sıcak etkisiyle biçimlendikten sonra sertleşebilen plastik ham maddelerin yapımında kullanılıyor. Bisfenol A’nın dünyada en çok üretilen kimyasallardan biri olduğu (her yıl 2.7 milyar kg üretiliyor) ve atmosfere yıllık 100 ton salınım yaptığı belirtiliyor. Ayrıca Tip 3 (PVC) plastikleştirici maddelerde antioksidan olarak kullanılmasının yanında, esnek PVC’lerde bulunmasına karşın, PVC borularda bulunmuyor. Bunun dışında Bisfenol A’nın tutuşma önleyici ya da geciktirici, “Tetrabromobisfenol” ün de öncü maddesi olduğuna dikkat çekiliyor.

Bisfenol A’dan korunmak için ne yapılmalı?

* Cam biberon tercih edilmeli, polikarbon biberonlar kullanılmamalı.

* Sıcak ya da kaynar süt ile su ve mamalar plastik şişelere konulmamalı.

* Plastik kaplar mikrodalga fırında ısıtılmamalı.

* İçi plastik kaplı metal kaplarda bulunan mamalar kullanılmamalı.

* Yiyecekler polikarbon  kaplarda ısıtılmamalı, bunlara sıcak yiyecekler konulmamalı.


* Polikarbon  kap kacak kullanılmamalı.

* Bisfenol A salan türden plastik malzeme ile kaplı metal ve diğer kutularda satılan yiyeceklerden kaçınılmalı.

*Tüm plastik malzemelerde türünü gösteren işaret bulunmalı.

Metal içecek kutularında da risk var

Bisfenol A, başka alanlarda da yaygın şekilde kullanılıyor. Tıbbi ve diş hekimliği araçları, diş dolguları, doku yapıştırıcı, gözlük mercekleri, CD ve DVD’ler ve ev elektronikleri bu alanların başında geliyor. Bisfenol A, sert plastik şişelerin yanı sıra 1960’lı yıllardan beri metal yiyecek ve içecek kaplarında bu kapların içini döşeyen plastik kaplamaların içinde de bulunuyor.

Suya biberon ve su şişeleriyle geçiyor

Prof. Dr. Çağatay Güler, Bisfenol A’ nın polikarbon biberonlar ve yeniden kullanılabilen su şişelerinden suya karıştığının gösterildiğini söylüyor. “Polivinil klorür” filmler, bununla döşenen bazı karton ve kağıt kutular salabildiği için BPA ile ilgili endişelerin artması üzerine kutuların içinin kaplanmasında kullanılan bu tip filmler yerine pet film öneriliyor.

 

8 Eylül 2011

Malign Melanom... (Deri kanseri)


Sen onaltıyı geçmiş olabilirsin ama,onunda onaltıyı geçmesine yardım et..

"Malign melanom deri kanserleri içinde en ciddi olanıdır.."

Deri hücrelerinde başlayan bir Tümör bu,saçlarına ve cildine rengini veren hücrelerde,sadece cilt kanseri değil bu,keselim alalım ve bitti gitti türünden değil, maalesef..

Yayılmaya başlamasından çok önce teşhis edilmesi gereken türden,çünkü çok yayılıyor,çok hızlı, Karaciğerine, Akciğerine, Beynine..

Seninki çok nadir bir çeşidi olabilir,sol gözünde ve böylece anlayacaksın ki Melanom dilinde,avuç içlerinde,ayak tabanlarında ortaya çıkabilir..

Doktorlar erken teşhis edildiğin için şanslı olduğunu söyleyecekler..

Senin ağır bir tedaviye ihtiyacın olduğunu ve en az bir yıl Kemoterapi alman gerektiğini anlatacaklar, ve bu iğneleri kendi kendine yapmanda gerekebilir..

18 Yaşından önce maruz kalacağın ciddi bir Güneş yanığının,Melanom olma ihtimalini iki katına çıkardığını,beyaz tenlerin ve kızıl saçların daha yüksek risk altında olduklarını bilmelisin,sanki kızıl saçlıların yeteri kadar derdi yokmuş gibi, 50'den fazla ben'in,yada zayıf bir bağışıklık sistemin,yada aile geçmişinde bu varsa Melanom olma riskinin arttığını bilmelisin..

Erken teşhis edilirsen sonuçlar iyi olabilir,ancak eğer edilmezsen 5 yıl içinde hayatını kaybetme sansın  %90 dır

Bu videoyu dikkatlice izleyin ve her yerden bilgi edinmeye çalışın,İnsanız ve kıymetliyiz...


7 Eylül 2011

Yoğurt ve süt ürünlerindeki tehlike..


Devlet sizin sağlığınızı korumuyor bu gerçek,toplum olarak tepki veren bir özelliğimizde yok bari herkes kendini ve yakınlarını koruyarak işe başlasın.


Bu kadarına da pes artık, gıda firmaları birkaç kuruş için hayatlarımızı  hiç'e  sayıyor ve halkımızı bu yönde bilinçlendiren bilim adamlarımızı tehdit etmeye kadar işi vardırdılar.
Ankara Hıfsızsıhha Gıda Denetim Bölüm Başkan Yrd.Gönül Özdeğer ve iki asistanı Solitin adlı kimyasal ile ilgili çalışmaları ve yayınları dolayısı ile ölüm tehditleri aldıklarını açıkladılar ve  savcılığa suç duyurusunda bulundular.

SOLİTİN aslında gıdalarda hiç bulunmaması gereken tamamen kimyasal bir ajan hatta basit olarak melaminimsi bir plastik,sütlere,yoğurt ve ayranlara ve sütün girdiği her çeşit besine katılıyor çünkü bu molekül su ile inanılmaz şekilde bağlanarak kıvam arttırıyor,bu hem imalat açısından zaman  kazandırıyor hem gıda doğallığını kaybettiğinden son kullanma tarihini uzatıyor ve firmaların stoklu çalışmasını sağlıyor,hem maliyeti inanılmaz düşürerek firmaların rekabet gücünü arttırıyor.

Çocuklarınıza beş kuruşa,yirmi kuruşa,elli kuruşa gofret,çikolata ve süt ürünleri alabilmemiz, evlerimize çeşit çeşit peynir,yoğurt,hazır sütlü tatlı vs girebilmesi hep bu yüzden.

SOLİTİN bir tricalcid  bileşiği yani doğada en bol ve bedava bulabileceğiniz türden,tebeşir gibi,alçı taşı gibi,oysa bu bileşik böbreklerden atılırken renal tubuluslardaki glomerüllerde birikiyor ve filtrasyon'u yani böbreklerin  kanı  süzmesini engelliyor ve sonuç böbrek yetmezliğine kadar uzanan  böbrek rahatsızlıkları serum üre ve kraetinin düzeylerinde artış ve bunun getirdiği devamlı yorgunluk hali, hafıza ve konsantrasyon bozuklukları ve hatta ciddi  mental bozukluklar,  Almanya Solingen üniversitesi Pskiyatri bölümünce 2009 da 21. Europe Pscyhatry Society'e  sunulan bildirgede Şizofreni ve SOLİTİN kullanımı arasında ilişkiler olması muhtemel olduğu, Özellikle Paranoid Şizofreni vakalarında kanda tricalciophospate bileşiklerinin normalden 16 kat yüksek  olduğu belirtilmesine rağmen bildirge nedense Kongrede sunum için kabul edilmedi. (Eminim yine büyük rüşvetler dönmüştür)

Üretici firmalar SOLİTİN'i hiç bir şekilde ürün etiketlerinde bildirmiyor,aldığımız ürünlerde SOLİTİN olup olmadığını yine de bir kaç basit deney ile anlayabiliriz, eğer bu yönde bir şüphe oluşursa derhal bulunduğunuz il Hıfsızsıhha Müdürlüğü ile ilişkiye geçerek şüpheli gıdanın test edilmesini talep ediniz, bu şekilde binlerce hatta yüz binlerce insanın sağlığını kurtarabilirsiniz,çevrenize baktığınızda ne kadar çok diyaliz merkezi ve böbrek hastası olduğunu siz de görüyorsunuz bu artışın sebebi bazı ahlaksız firmaların kar hırsından başka bir şey değil.

Aldığınız sıvı ürünler (süt,ayran,çikolatalı süt vs) için şu yolu izleyebilirsiniz bir metal'i (çatal,kaşık vs) el yakacak düzeyde ısıtın ve test etmek istediğiniz sıvıya batırarak çalkalama hareketi yapın,metali çıkardığınızda birbirinden ayrılmış öbekler halinde beyaz topaklar görürseniz o üründe SOLİTİN var demektir.

Peynir vs türü ürünlerde ise üründen bir parça alarak sirkeli suya koyunuz eğer sirkeli suyun üzerinde kalan beyazımsı bir tabaka görürseniz o üründe SOLİTİN var demektir.

Çikolata,gofret türü ürünlerde ise ürünü elinizle basitçe kırın,eğer kırığın her iki tarafında süt beyazı noktalar varsa o üründe de SOLİTİN vardır.

Sağlığımız için,geleceğimiz için,çocuklarımız ve sevdiklerimiz için bu bilgileri bütün çevremize yayalım ve toplumsal olarak tepkimizi ortaya koyarak bu katkı maddesinin üretici firmalar tarafından daha fazla kullanılmasını engelleyelim.
 
Saygılarımla
 Yrd.Dç.Dr Gülden Semavi
 Ankara Üniversitesi Hacettepe Tıp Fakültesi Biyokimya Blm.

3 Eylül 2011

Kullanılması sakıncalı ilaçlar..



ABD'de yasaklanan ilaçlar ile ilgili Yapı Kredi Bankası sağlık işleri bölüm başkanlığı tüm YKB personeline bir duyuru yapmış.
Buna göre, zararlı yan etkileri olabileceği belirtilen ve kullanılmamasının uygun olacağı görüşü bildirilen ilaçlar aşağıda listelenmiş. 

 Sevdiklerinizi koruyun..

 * AFERIN CAPSUL
 * AFERIN TABLET
 * ALFAROL TABLET
 * APEX CAPSUL
 * BABYRHYNOL SÜSPANSİYON
 * CONTEX CAPSUL
 * CORSAL CAPSUL
 * EKORINOL ŞURUP
 * FORZA TABLET
 * GERAKON TABLET
 * KATARIN CAPSUL
 * KONGEST TABLET
 * THERAFLU TABLET
 * TRIAMINIC DAMLA
 * TRIAMINIC TABLET
 * TUSEPTIL ŞURUP

Sağlık bakanlığı yetkilileri nedense bu bilgileri halkla paylaşmıyor,yaşadığımız şu günlerde ilaç firmaları da kar amacını insan hayatından önde tuttuğuna göre sağlığınızdan sadece sizler sorumlusunuz,dikkatli olmanızı öneririm...

31 Ağustos 2011

Kansere karşı Limon!!!

Bilen bilir acıya çaresizliği,yaşamayan ne bilsin sağlığın kıymetini..


Limon, kanser hücrelerini öldüren mucizevi bir mahsul, Kemoterapiden 10,000 kat daha güçlü olduğunu biliyor muydunuz?
Limonun tadı güzel ve kemoterapinin korkunç yan etkilerine sebep olmuyor.

Bildiğiniz gibi limon ağacı, limon ve lim (yeşil limon) gibi çeşitleriyle bilinir, bu meyveyi farklı şekillerde yiyebilirsiniz,posasını yiyebilir, suyunu sıkabilir, içecekler hazırlayabilir,şerbetler ve tatlılar yapabilirsiniz.
Bir çok erdemleriyle tanınır,ama en ilginç olanı tümör ve kistler üzerine olanıdır.
Bu bitki her tür kanser tipine karşı kanıtlanmış bir çaredir.
Bakteri enfeksiyonları ve mantarlara karşı anti mikrobal spektrum olduğu, kurt ve parazitlere karşı etkili olduğu kabul ediliyor.
Yüksek tansiyonu dengeliyor.
Bunlar dışında stresle savaşan, sinir bozukluklarına iyi gelen antidepresan etkisi var.

1970'ten beri yirmi'den fazla farklı laboratuvar test etti ve sonuç olarak limon ekstresinin on iki kanser tipinde kötü huylu hücreleri yok ettiği ortaya çıktı!.

Bu kanserler içinde kolon, göğüs, prostat,akciğer ve pankreas  kanserleri de var.
Kanser hücrelerinin büyümesini yavaşlatmada limon ağacı bileşenlerinin bütün Dünyada genellikle kemoterapide kullanılan "Adriamycin" adlı ilaçtan 10,000 kat daha iyi olduğu gösterildi.. 

Daha da hayret verici olan; limon ekstreleri ile yapılan bu terapi sadece kötü huylu kanser hücrelerini yok ediyor ve sağlıklı hücrelere hiçbir etkisi bulunmuyor.

Dünyanın en büyük ilaç üreticisi firmaları laboratuvarlarda üretilen sentetik ilaçlarla çok büyük  karlar  elde ediyor, Multimilyonerlerin sahip olduğu büyük şirketlerin karlarına zeval gelmesin diye bu sır saklanırken daha kaç kişi ölecek?



Kaynak: Institute of Health Sciences, 819 N. L.L.C. Charles Street Baltimore , MD 1201.

23 Ağustos 2011

Paramızla zehir satın alıyoruz...



Sahipsiz bir ülkede yaşıyorsunuz,Devlet halk sağlığı konusunda sizleri kaderinizle baş başa bırakıyor,etimiz sahte sütümüz sahte,birde bunların yanında Paramızla zehir satın alıyoruz..

Okula giderken çocuğunuzun beslenme çantasına neler koyuyorsunuz: Bisküvi, kola, çikolata ve benzeri şeyler mi? Evde bebeğinize bisküvi ve süt karışımı yiyecekler mi hazırlıyorsunuz? Öyleyse toplum sağlığı açısından bilinmesi gereken önemli bir sorunla karşı karşıyasınız...

Gıda sektöründe bir çok firma, son dönemlerde yaygın olarak normal şeker yerine ondan çok daha ucuz olan mısır şurubunu tercih ediyor. Bisküvi, kola, gazoz, şekerleme, meyve suyu, reçel, çikolata, gofret, puding ve kek üretiminde, şekerden daha ucuz olduğu için mısır şurubu yoğun olarak kullanılıyor. Yüksek fruktoz içerikli mısır şurubu, mısır nişastasının işlenmesiyle elde ediliyor.

***Mısır nişastasından şurup oluşturulması için üç enzim kullanılıyor. Mısır nişastasının kısa şeker zincirlerine dönüştürülmesi için alfa amilaz kullanılıyor. Sonrasında şeker zinciri glikoamilaz adlı enzimle parçalanıyor. Üçüncü enzim, glukoz izomeraz’ın görevi glukozu fruktoz ve glukoz karışımına dönüştürmek. Karışım karbon filtreleri ile arıtılıp fruktoz oranını yükseltmek için likit kromatografisi uygulanıyor. Sonuçta yüksek fruktoz içerikli tatlandırıcı elde ediliyor.

HER ŞEY DAHA ÇOK KAR İÇİN,İNSAN SAĞLIĞININ HİÇ ÖNEMİ YOK.

***Mısır şurubu, şeker pancarından elde edilen şekerle aynı tatta ve yapımı karmaşık olmakla birlikte daha dayanaklı ve daha ucuz. Bu da gıda üreticileri için daha düşük maliyet ve daha yüksek kar anlamına geliyor. Fruktoz şurubunun bir diğer önemli özelliği doygunluk hissi vermemesi. Çocuk veya yetişkin tüketici bu maddeyi içeren herhangi bir gıdayı ölçüsüz miktarda alabilir. Öte yanda şurubun yapımında kullanılan mısırın büyük bölümü genetiği modifiye edilmiş ürünler.

***Fruktoz şurubu toplam kolesterol ve LDL artışı yapmakta, bedende tehlikeli yağ birikimine neden olmakta ve obezite, kalp krizi ve inme riskini artırmaktadır. Olumsuz metabolik etkilerinden biri de insülin rezistansına neden olmasıdır. Fazla fruktoz, ayrıca, diş çürümesi, depresyon, gut, tansiyon, migren, varis gibi hastalıklara da yol açabiliyor. Fruktoz şurubunun insan sağlığı açısından çok önemli bir zararı ise kanser oluşumuna katkısıdır. Rafine fruktoz tüketiminin özellikle pankreas kanseri ile ilişkisi bilimsel araştırmalarla ortaya çıkarılmıştır.

Dünyanın bir çok ülkesinde Fruktoz şurubu yasaklandı,ama gelin görün ki bizim ülkemizde yasak olmadığı gibi kullanım kotası artırıldı,denetim yok,kontrol yok aksine teşvik var,yani kısaca Devlet diyor ki ye ve öl beni ilgilendirmiyor..

Öte yanda, Türkiye, dünyanın en büyük dördüncü şeker pancarı üreticisiyken, ton başına 250-300 dolar daha ucuz olan “mısır şurubu” üretmek için sadece 2010’da 500 bin ton mısır ithal etmiştir,başta eski maliye bakanı Unakıtanın çocukları olmak üzere ithalatçıların isimlerini duysanız ağzınız açık kalır..

***Türkiye’de ise Danıştay’ın kesinleşmiş kararına rağmen Bakanlar Kurulu kotayı düşürmemekte ısrar ediyor. Fruktoz şurubu, tatlandırıcı etkisinin yanı sıra fermantasyon, raf ömrünü uzatma, nem dengesini koruma amacıyla da kullanılıyor,yoğurtlar bozulmuyor,süt tozundan yapılan sütler uzun dayanıyor,peki ya bedeniniz?? ve yaz geldi şimdi dondurma zamanı peki bizler kime güveneceğiz?

Türkiye’de nişasta bazlı şeker ile üretilen gıda maddeleri üzerinde uyarı yazısı bulunmuyor. Gıdalarda nişasta bazlı şeker oranı belirtilmiyor ve halkımız aldatılıyor,süslü püslü ambalajlarda aldığınız gıda malzemeleri aslında ömrünüzden bir bir eksiltiyor..

***Kanser yapıcı fruktoz şurubuna karşı insanımızı kim ya da kimler koruyacaktır? Türk insanını bu insanlık dışı kimyasalı kullanmaya mecbur bırakan hükümetin politikası neyi amaçlıyor acaba? Adalet, eğitim, sağlık, mesleki ve sosyal yaşamda koyu kara bir sahipsizliğimiz var.
***Alkol ve sigaranın zararları konusunda ortalığı ayağa kaldıran hükümet, kanser başta olmak üzere çok miktarda zararından söz edilen fruktoz şurubu konusunda neden sessiz kalmayı yeğliyor,yada bu zararlı kimyasalı üretenlerle ortaklıkları olduğu söylentisi doğru mu acaba?

Çocuğunuza aldığınız meyve suyu,Cola, şekerleme ve çikolataların ve bilumum süslü paketlerde satılan gıdaların kanser yapıcı maddeler içerme riski yüksek. Devlet sizi korumayacaksa siz kendinizi ve ailenizi korumak durumundasınız..

Genleri değiştirilmiş mısır ithalatı ve fruktoz şurubu üretiminde piyasayı elinde tutanlar kimler? Hiç merak ediyor musunuz?

EN BÜYÜK ÜRETİCİ CARGILL-ÜLKER

***Türkiye’de Nişasta bazlı şeker üreten 5 tesis var. Bunlardan Cargill’ın kapasitesi 400 bin ton, Adana’da bulunan Amylum’un kapasitesi 250 bin ton, Ülker- Cargill ortaklığındaki Pendik Nişasta’nın kapasitesi 110 bin ton, Tat firmasının kapasitesi 70 bin ton ve Sunar’ın kapasitesi 55 bin ton mısır. Bu 5 tesisten biri olan Pendik Nişasta Sanayi, Ülker Grubu’na ait. Ülker Grubu, Pendik Nişasta Sanayi tesisinde Cargill ile ortak olarak mısır şurubu üretiyor.

DAHA UCUZ KOLA, DAHA ÇOK NİŞASTA BAZLI ŞEKER VE KISALAN HAYATLAR.

***Üç büyük kola üreticisi (Coca-Cola, Pepsi-Cola ve Cola Turka), içeceklerini tatlandırmak için pancar şekeri yerine, ton başına 250-300 dolar daha ucuz olan “mısır şurubu” kullanmayı tercih ediyor. Fruktoz üreten 5 firma arasında yer alan Ülker, piyasanın en büyük şirketi olan Cargill’a ortak ve neredeyse tekel konumunda. Ülker aynı zamanda Nişasta bazlı şekeri en çok kullanan gıda üreticisi olduğu için de bu üretimden en çok kar eden firma konumunda. Üstelik Ülker daha önce Bakanlar Kurulu’nun üretim kotasını aşmayı da başarmıştı,şimdi evine soktuğunuz gıdaların etiketini daha iyi okursunuz sanıyorum..

Mesela, bir tepsi baklavada 2 buçuk kilogram şeker kullanılıyor. Bu miktar 5 YTL’ye denk gelirken, sadece 50 kuruşluk mısır şurubu ile aynı tat karşılanıyor,düşünün eskiden iki dilim baklava yediğinizde kesilirdiniz,ya şimdi? yedikçe yiyorsunuz,çok ünlü baklava üreticilerinin bile bu maddeyi kullandığı biliniyor.

Son 10 yılda nüfusumuz yüzde 10 arttı. Milli gelir arttı. Çikolata, bisküvi, kola satışları arttı. Ama resmi yılık şeker üretimimiz son on yılda 4 bin ton azalarak 2 milyon 531 bin tona geriledi. Şeker mi tüketmez olduk? Yoksa artan tüketim, kaçak şeker ve nişasta bazlı şekerle mi kapatıldı?”

Ülker grubu, bisküviden, çikolata ve gofrete, sütten, gazoza (Çamlıca gazozu ve Cola Turka) birçok ürünü üretiyor,ve de birçok süpermarketlerin rafında pazarlama gücü ile rafları işgal ediyor.. Diğer rakiplerini pazarlama gücü ile raftan (dolayısıyla marketten) çıkarmış oluyor.. Yani en kötü durum olan Monopol pozisyonu yaratmış oluyor, yavaş yavaş..

***Tavukların yemine petrol ve gaz aramasında kullanılan Barit tozu karışılıyor, sanayide kullanılan bir kimyasal olan Melamin,hazır çorba ve süt tozlarına karıştırılıyor ve mamalar yapılıyor,bu mamalardan kaç bebek öldü biliyor musunuz?

Şimdi marketlere girerken bir daha düşünün,almak istediğiniz ürünleri sıkı kontrol edin,etiketlerini iyi okuyun ve Paranız zehir satın almayın...


Tufan Genç

22 Ağustos 2011

Mucizeler!!..




Eğer hasta olmak istemiyorsan:

* ‘Duygularını anlatmalısın’


Saklanan ve baskılanan heyecanlar ve duygular gastrit, ülser, bel fıtığı, bel ağrıları gibi hastalıklara yol açar.
Zamanla da duyguların bastırılması kansere dönüşür.
Öyleyse sırlarımızı, hatalarımızı birileriyle paylaşmalıyız.
Diyalog, konuşma, kelime çok güçlü birer ilaç ve mükemmel birer terapidir.

Eğer hasta olmak istemiyorsan:

* Karar vermelisin!

Kararsız kişi güvensiz endişe ve ıstırap içinde olur.
Kararsızlık sorunları, endişeleri ve çatışmaları çoğaltır.
İnsanlık tarihi kararlardan oluşur.
Karar vermek diğerlerinin kazanması için vazgeçmeyi ve avantajları kaybetmeyi kesinlikle bilmektir.
Kararsız kişiler mide rahatsızlığı, sinir hastalıkları ve cilt sorunları kurbanıdır.

Eğer hasta olmak istemiyorsan:

* ‘Olduğundan farklı yaşama’
Gerçeği saklayan, rol yapan her zaman mutlu olduğu görüntüsü veren, mükemmel görünmek isteyen kişi tonlarca ağırlığı biriktirmektedir.
Ayağı kilden bronz bir heykel gibidir.
Aldatıcı görünerek yaşamak kadar sağlık için kötü bir şey yoktur.
Kaderleri, ilaç, hastane ve acıdır.

Eğer hasta olmak istemiyorsan:

* ‘Kabullen
Reddecilik ve kendine saygı eksikliği, kendimizi kendimize yabancılaştırır.
Kendimizle barışık olmak sağlıklı yaşamın anahtarıdır.
Bunu kabul etmeyenler kıskanç, taklitçi, aşırı rekabetçi ve yıkıcı olurlar.
Eleştirileri kabullen
Bu bilgelik, akıllılık ve terapidir.

Eğer hasta olmak istemiyorsan:

* ‘Çözümler bul’

Olumsuz kişiler çözüm bulamazlar ve sorunları büyütürler.
Üzülmeyi, dedikoduyu ve kötümserliği tercih ederler
Karanlığı kovman için kibrit yakmalı ama çevreni aydınlatmak için yangın çıkartmamalı..
Arı ufacıktır ama var olan en tatlı şeylerden birisini üretir
Biz ne düşünüyorsak oyuz
Olumsuz düşünce hastalığa dönüşen negatif enerji üretir.

Eğer hasta olmak istemiyorsan

* ‘Güven’
Güvenmeyen kişi iletişim kuramaz
Açık olmadığından derin ve sağlam ilişkiler geliştiremez.
Gerçek arkadaşlıkların nasıl kurulabileceğini bilemez
Güven olmadan bir ilişki de olamaz
Güvensizlik insandaki inancın azlığıdır.

Eğer hasta olmak istemiyorsan:

...Hayatı Üzgün Yaşama....

Mizah. Kahkaha. Huzur. Mutluluk.

Bunlar sağlığa güç verir ve daha uzun bir yaşam getirir.
Mutlu kişi yaşadığı çevresini mutlu kılar ve geliştirir.
"İyi mizah kişiyi doktorun elinden korur".
Hiç bir şey yapamıyorsan Fıkra oku!!

Mutluluk, en güçlü sağlık ve onu koruyan terapidir.


Gülsen Varol